Yüksek Frekans / Bir sanattır !

Teknik Üniversite’de okuduğumuz Yüksek Frekans Tekniği ders kitabının ilk sayfasında yazardı bu cümle 
''High Frequency is an Art''

Tabii ki; o zamanlar bu cümlenin tam olarak neyi ifade ettiğini pek anlayamazdık !

Yüksek Frekansın neden bir sanat dalı olarak kabul edildiğini kısaca açıklamak gerekirse ?
bu teknolojide elektronik mesleğinin diğer dallarında olduğu gibi proje,  hesaplamalar ve uygulamanın gerçekleştirilmesinin yeterli olması dışında, yapılacak iş ve çözülecek problemdeki teknolojinin içine estetik ve uygulamadaki ince nüansların girdiğini anlatmak istiyordu bu önerme.

Seksenli yılların başında globalizm rüzgarlarına entegre olmak için iletişim mevzuatımızdaki ilk değişimlerden olan ‘’halk bandı telsiz kanunu‘’ ile birlikte herbirimizin elinde ve otomobilinde birer telsiz cihazı peydahlandı.

Bu yeni teknoloji ile birlikte yabancı dil kullanımız da gelişerek “break-break” deyimleri, “arkadaş arıyorum” muhabbetleri ve teraneleri ile birlikte 4 W. gücündeki telsiz verici çıkışlarımızın harmoniklerinin televizyon alıcı cihazlarımızdaki ses ve görüntüyü bombardımana tuttuğunu görünce; 'high frequency is an art’ atasözünü hatırladık.


Apartmandaki komşularımızın, çatılarında sabit telsiz anteni olan kişiler ile kavgaları başlayınca da bu bu yüksek zenââti yavaş yavaş kavramaya başladık.

Doksanlı yılların başlarında yine yüksek frekans teknolojisiyle çalışan uydu anten, receiver gibi cihazların yaygınlaşması ile birlikte, bu sanatı ülke olarak pek sevdik ve yoğun olarak icra eylemeye başladık.



Yine aynı yıllarda özel radyo yayıncılığının başlamasıyla, arka mahalledeki apartmanın çatı katından yayın yapan yerel radyo kanalının çaldığı türküler, Cuma Hutbesi verilmekte olan caminin ses tesisatından çıkmaya başladığında ise bu işin biraz da riskli bir sanat olduğunu idrâk ettik.

Ülkemizdeki teknik altyapının hazır olmadığı; uyduculuğun ilk yıllarında güneşi çok az alan İskandinav ülkelerinden ithal edilen süt beyaz renkli çanak antenler, güneşi bol alan ülkemizde kullanıldığında; günün belirli zamanlarında çanak antenin ortasındaki aparata güneşin ışınımlarını odaklayıp oradan dumanlar çıkardığında da, bu sanatla ilgili daha öğrenecek çok şeyimizin olduğunu düşündük.

Bu üst düzey sanat; toplumun her kesimine yayılıp popülerleşince ve sonunda memleketimizdeki halıcı, tencereci, buzdolapçı, “ne alırsan bir milyon” mağazası, nalbur ve elektrikçiye de ulaşınca; “ bu zenaât bizi aşar ” 😵 dedik.

Hele son olarak büyük gazetelerin haber sayfalarında çıkan; “ artık çanak antenlerle yemek de pişiriliyor.” haberini okuyup, çanak antenlerin ortasındaki alıcı kısmına demirden bir tutacak yapılıp, yansıyan güneş ışınlarıyla tencerede yemek pişirilmek için kullanıldığını görünce ?

bu mesleğin yüksek bir sanat olduğunu, büyük bir yetenek, beyin gücü gerektirdiğini ve bu işi ehline bırakma zamanının geldiğini idrak ettik .. netekim !



Uydu Dünyası Dergisi / 2006 yılı Nedim Pala yazıları